Denemeler-1

Bazı şeyleri görmek için yaşamak gerekirdi. Bir son vardır bilirsin. Fakat görünmeyen ellerin yönlendirmesiyle farklı bir yere savrulursun, geri döndüğünde acı şeyin olduğunu görmek için savrulduğun yerde sabırsızlıkla beklersin. Geri döndüğünde ise tahminden fazla, kesin bilmekten az olan şeyin gerçekleştiğini görürsün.

Bazı şeyleri zamanından önce hissetmek, erken yaşamak adı adında korkutucu bir şey vardır. Ama sırf o bildiğin sonu yaşamış olmak için beklersin. Belki de yaşamı en fazla hissettiğimiz anlar böyle anlardır. Geçmez çünkü zaman o kulvarda. Sen o sonu görmek için acele ettikçe zaman tepende azrail gibi bekler ve kulağına fısıldar. Zaman.. zaman.. zaman. Böyle anlarda zamanı iliklerine kadar yaşar ve içinde geçmesi için takla attığın fakat dışının akmayan bir su gibi seni esir aldığı zamana lanet edersin. Yaşamın bir parçası olduğunu bu kadar derinden hissetmek içinde garip, ıstırap verici bir burukluk oluşturur.

Aklını yitirmelik, akla ise en fazla ihtiyaç duyduğun anlardır ayaklarının zihnini ezdiği zamandan olma o saatler. Geri adım atmakla gitmek arasında kaldığın o anlar hani. İkilemlerin insanı öldürmek için yüz tuttuğu anlar. İyi ölümler insanlık.

Okyanus Kokulu Ruhlar

Bazı hapsoluşlar, bilinmezlikte boğulan bedenler gibi. Nefessiz hayatlar trajedisi misali. Yaşıyorsun ama hissetmiyorsun. Hissedilen tek şey yüreğinin üzerine çökmüş soğukluk hissi. Okyanusun derinliğinde çırpınmaya başlayan kolların değil ufacık kalbin. Engin okyanusun içindesin, fakat kalbin okyanustan da derin ve büyük. Varlığını en fazla hissettiğin yok olmaya başladığın an oluyor birden, sona yaklaşırken. Belki de varlığını en fazla hissettiğin o an senin başlangıcındır. Gözlerini açmaya korkan zihnin, gerçekleri bilip görmene engel mi oluyor? Okyanusa kök salarken belki de ait olduğun yere ulaşıyorsun. Her şeyi unutup, o an sadece sen var oluyorsun. Tüm hikayeler bedenine dolanan yosunların çözülmesi gibi ruhundan birer birer dökülüyor. İçin yanarda elin ayağın buz gibidir ya hani, öyle bir haldesin. Düşünmeyi istememek ne zamandan beri bu uçsuz bucaksız sularda yok olup gitti. Özgürlük, okyanusta süzülürken anlamını kazanmak gibiydi. Yoksa özgürleşirken yok olma yolculuğunda daha da mı hapsoluyorduk.

Tanrım, bedenim değil düşüncelerim boğulsun istiyorum..!

Yaşamak her şeyden bağımsız var olmak mıydı yoksa zamandan kopuk kaygısız, telaşsız bir tüy hafifliğinde savrulmak mı? Belki de birazdan okyanusun buz gibi suyundan geçip cehennem topraklarına kök salacaksın. Her şey ne kadar da tezat. Şimdilerde ya varsın ya yok…

Okyanustasın ama yutkunamıyorsun, sonsuzluğa kayboluyorsun ama kim bilir belki de kendini buluyorsun. Yaşamak, başkalarına tanıdıklaşıp kendine yabancılaşmak mıydı? Kurtuluş, bilinmezliğe bırakacağın düşünce kırıntıların mı ya da seni sarıp cılızlatan düşünce yığını mıydı? Ne bileyim? Belki de yaşamak buydu. En azından bunu düşünme. Aslında baştan beri hiç yaşamıyorduk. Ve ben;

Kendimi okyanusta ateşe vermiş gibiyim, ama yine de;

Boğuluyorum, boğuluyorum, boğuluyorum…

Hüzünlü Bir Kadın

İçine atarsın susarsın
Sonra kendini sokağa
Sokak lambası durağı olmuş
Boğazı düğüm düğüm
Hevesleri dizili kalmış boğazında
Yağmurlar damla damla yüzündeki gözyaşlarıyla iner teninden
Yüzü eşsiz güzel
Yüzü donuk bir ayna
Kaybolmuş, bir düşte umutları
Biraz daha dursa kar yağacak siyahtan olma gece saçlarına
Kalbi, kasnağında bekleyen bir kuş gibi pencerenin
Kıpırdayacak dermanı yok
Gidecek ise yüreği
Kalsa hüzün, zincirden anahtar gibi dolanmış boynuna
Kendine de tutulmuş kaçamıyor
Düşünüyor ne düşündüğünü bilmeden
Bomboş bakışlarına tutsak
Göz pınarları sisli camlar gibi
Tüm şehir kendisine karşı
Kendisi ise dünyaya
Yüzü sokak lambasında gece doğmuş ay gibi
Sessizlik adı olmuş
Islak sokak sessizliğiyle yankılanıyor
Gecenin durgun sularında bir kayık gibi
İçi ise limanın yangın yeri
Suskunluğu, sığındığı cümlelerin incinmişliğinden
Suskunluğu sağır edici
Duymayan kulaklar için
Düşünceleri, İstanbul gibi kalabalık
Kalbi, kız kulesi kadar yalnız
Yalnızlığı can acıtıcı
Yalnızlığı içinde
Yalnızlığına uzaktan hayran
Nerde bir umut varsa tutmuş ucundan
Öyle ya da böyle
Artık yorgun, bitkin
Koşmak istediği sokağa artık yabancı
Demir bakışlı gözleri puslu
Lambanın altında buz kesmiş bedeni
Beyaz elbisesi kefeni
Kırmızı ojeleri damarlarındaki kanı
Yağmur damlaları, omuzlarını daha da ağırlaştıran
Son kez daha yaşıyor
Yaşamıyorken
Çocuksu bir saflık cılız bedeninde
Yüreği evrendeki her şeyden büyük
Göreni yok
Yalnız gibi kadın
Kadın gibi yalnız
Sessizlik kadın
Kadın hüzünlü
Sokak sisli
Sokak ıslak
Ve şimdi sokak boş
Bomboş…

Öyle Bir Yerdeyim ki

Çıkmaz sokaksız yol, umutlar varsa düz bir çizgi gibi görünür; kim bilebilir ki gün gelip de o çizginin iki ucu keskin bir araftan ibaret olacağını. O çizgi üzerindeki yaşam adımlarımız, koşarcasına gitmek ister. İnsanı ayakta tutan, kalbinin en ücra köşesinin derinliklerin de sakladığı umutlardır.


Öyle bir an gelir ki gitmek istediğimiz upuzun yol, kendi çıkmazımıza gömülür ansızın. Akılda olanlarla bizi yoldan alıkoyan o çelme, kader midir yoksa delice koşmak isterken bizi geriye çeken korku iplerimiz mi? O dümdüz yol bir anda çıkmaz sokaklarla dolar, ne yana baksak çıkmaz.

Beklemek ise kimi zaman olgunlaştırır, fakat çoğu zamanda şüphesiz çürütür. Dümdüz gördüğümüz yollar, korku iplerine esir olduğumuz için bekledikçe çıkmazlara açılır. O ipler, mutlu olma ihtimalimizi, denizin ıpıssız adalara götürüp bıraktığı bir dal parçasını alıp götürdüğü gibi bizleri götürür. Yüzlerdeki belli belirsiz o araf hüzünleri; dümdüz yolda koşmayı düşünürken, sürüklendiğimiz ıssız adada takılan maske gibi.


Zaman neydi? Dışımızdaki zaman, içimizdeki kendi umutlarımızın zamanını parmaklıklar ardına sürüklerken, farkında mıydık? Sonradan mı farkına vardık? Farkında olarak mı o sonu bekledik? Beklemek; hangi zamanın hangi zamana galip geleceğini görmek, belki koşup yolun sonuna varmak, belki hiç bilmediğimiz yeni bir yolda kaybolmak mıdır?

Kendi zamanımızda olmayan her şey, yok olmaya mahkumdur!

Gün gelir ne yolun başında bizi geri çeken o korku ipleri ne de dümdüz gördüğümüz ama koşup geçemediğimiz o yolun sonundaki o umutlar kalır. Ulaşacağımız yer öyle güzel bir yerse, o ipleri kırmamız gerekiyorsa, umutların ağırlığıyla kırmalı çok geçmeden.

Nasıl bir yer de olmak istiyorsanız, öyle bir yer de olmanız dileğiyle..


Keyifli okumalar.

Yaşam da bir Savaştır

Ortasında kaldığımız bu hengabenin feryadı anbean artmaktayken, satır satır çizilen hayatlar kağıda sığmamakta. Sokaklar bomboş bedenen birbirine çarpan insanlar yok, düşüncelerimizdeki katliamdan başka. Her sokak başında ruh sağlığı, insanlara çelme takmak için beklerken, hayatta kalma çabaları sokak lambasında bir silüetin ortasında daha da aydınlanıyor. Kimimiz düşüncelerinde kendini asmaktayken, kimimiz içimizdeki duyguları öldürmekte. Hangimiz tertemiz bir şekilde telafi ediyoruz düşüncelerimizdeki döktüğümüz kanı.

Yaşam denen bu karmaşada herkes kendi savaşını verirken, herkes verdiği savaşın süresi kadar güçlü. Hangimiz yıkılmadık, hangimiz uçurumun kenarından atlayıp en dipten yeniden doğmadık. Kimi aklındakini kimi umutlarını kaybediyorken, içimizdeki karanlıktaki kendimiz öylece elleri bomboş beklemekle meşgul. Yaşamın ortasında en sonunda yine ya ıssız sokaklarda kaybettiğimiz kendimizle ya da içimizdeki yalnızlığımızla nam salıyoruz bu evrene.

Yaptığımız savaşın ne kaybedeni ne de kazananı olurken, ondandır bu yaşamda ne tam anlamıyla mutlu ne de tam anlamıyla üzgün kalıyoruz… Şimdilerde lügatımızda savaş; sonucunu bilmeyerek yaşadığımız yaşamlar gibidir.